15 Kasım 2019 Cuma

(64) Albay Şakir'le Hatıralar

Bozkurda tasma takmak kimin haddine

Albay'la tanışıklığımın ilk zamanlarıydı. Eğitim Fakültesinde okuyan bir arkadaşımızla vakıf'ta (TÜRKAV) sabaha dek siyaset tartıştığımız gecelerden biriydi. Işımadan biraz önce hava almaya karar verdik. Bir yandan siyasete devam ediyor, öte yandan Giresun Kalesine giden yetmiş derece eğimli yokuşu tırmanıyorduk. Kısa sürede surlara ulaştık. Ortasında bir çay ocağı olan tepedeki çanakta polislere yakalandığımızda bile henüz ışımamıştı. Çanakta bir minibüsten,

"-Gelin lan buraya"
diye seslenen polisler bizi aracın arka koltuğuna "davet" ettiler. Ben polislere kimlik sordum, polis kimliklerini görünce "davet"e icabet etmeye karar verdik. Polislerden birisi tane tane:

"-Üzerinizde paradan başka bütün kağıtları çıkarın bakayım"

dedi. Bu, uzun yıllar aklımda kalacak, arada bir "üzerimde paradan başka hangi kağıtlar" var diye kendime soracaktım. Ta 97'de evden alınıp götürüldüğüm -terörle mücadele olduğunu tahmin ettiğim- merkezde "yasa dışı örgüt liderisin seni içeri atacağım" diyen memura "ortada yazılı belge yok" dediğim gecede bile. Paradan başka kağıt ne olabilir? Belki kart boyutunda bir cep takvimi, okunacak kitapların listesi, alışveriş fişleri falan (fiş toplardık o günlerde). Teslim ettik. "Kağıt"ların arasında önce databanklar sonra ceplerin çıkmasıyla ömrünü tamamlayacak olan telefon fihristimi de verdim. Hava ışıdığında polis hala amcamın, dayımın ne iş yaptığı didikliyordu. Aniden sordu:

"-Sen nereden tanıyorsun Albay Şakir'i?"
"-Partiden."
"-Görüşüyor musun Albay'la?"
"-Evet dün akşam evine uğradım."
"-Selam söyle."

Diğer "kağıt"lara bakılmadan bırakıldık. Bu, onun haberi ve benim isteğim dışında Albay'ın isminden ilk yararlanışımdı. İkincisi; birkaç yıl sonra şimdi öğretmenlik yapan Özcan Kıyak'la sabah saat altıda Albay'ın arkası sıra yürüyerek Gazi Caddesinden indik. Pek korumaya ihtiyacı olmayan bu adamın koruması gibi davranmaktan hazzediyorduk herhalde. Deniz Lokantasına girdik. Albay Lokanta sahibiyle bir takım evrakları kontrol etmeye başladı. Biz oturduk birer sabah çorbası söyledik. Çıkarken Özcan bana,

"-Para verdin mi?"
"-Sen vermedin mi?"

Albay'ın ne çorba içtiğimizden ne para vermeyi unuttuğumuzdan, ne mahcup garsondan haberi vardı.

Dergah
Böyle hatıralar genelde sohbetlerde konuşulur ama yazılmaz. 91 seçimlerinde MÇP meclise giriyor ve milliyetçi hareket tarihinin en önemli 6 yılı başlıyordu. Lisede önce Şirin Baladın'la, daha sonra Selçuk Çekiç'in katılımıyla beraber üç kişi ne yapacağımızı değerlendiriyorduk. Bol bol Yeni Düşünce gazetesi okuyorduk. Sistemin bizden intikam aldığı yıllardı.

Kendilerini tanımasak da il'de birkaç ismi duymuştuk. Bir cuma günü yemekhane gürültüsünün içinde Selçuk,

"-Akşam çıkışta Dergah Kitap Kırtasiye'ye gel. Seni Şakir Amca ile tanıştıracağım."

dedi. Tarifindeki Mişmiş Pide Salonunu Mismis anlamışım. Biraz arandıktan sonra dergah'a vardım. Albay "emmoğlu"su ile çalışıyordu. Bir iki saat içinde her yaştan birçok ülkü gönüllüsü dergah'a uğrayıp siyaset tartışmıştı. Ben lise birde Selçuk lise üçteydi.

İki kişiden biri imam olsun
Her cuma bizim grup hareketlenir olmuştu. Albay'ın evinde yemek yiyecektik. Mönüde hatırladığım kadarıyla nohut, seçmeli pilav ve makarna ve pastaneden alınmış bir paket tulumba vardı. Tatlılar yenirken Albay, "Peygamber Efendimiz 'iki kişi yola çıkarsa birisi imam olsun' buyuruyor" diye başladı. Teşkilatın Albayı lise reisini atamıyor, kim olsun diye istişare ediyordu. Herkes bana yüklendiyse de ısrarla yok dedim. Yük Selçuk'un üzerine kaldı.

Ülkücü kemeri
Albay Atsız'ın, Arvasi'nin, Necip Fazıl'ın, yabancı yazarların kitaplarını ve 9 Işık gibi eserleri satıyordu. Birçok lise arkadaşımızı dergah'a götürmüştük. Her biri ikişer torba kitap aldıktan sonra oturup çay içerek milliyetçilik dinlemiş ve konuşmuştuk. Kemal Aydın bir gün,

"-Bana kemer alak" dedi.
"-Dergah'ta vardır" dedim.

Albay şöyle bir bakmış,

"-Ülkücü kemeri mi? demişti.

Serdal duymuş, aynısından ona da aldık. Tabii ona da sorduk önce: "Ülkücü kemeri mi?" Albay'ın Ülkücü'yü söyleyişinde ayrı bir ton vardı. Sanki cümlenin orasına gelince bir insan değil bir koro Ülkücü diyordu. Bizimkiler Ülkücü kemerlerini takıp geldikleri vakfın müdavimi olacaklar, ilde-il dışında pek çok faaliyete destek olacaklardı.

Ona kimileri Albay Şakir derken kimileri kısaca Albay diyordu. Şirin Baladın Albay Şakir diyenlerdendi. Mustafa'nın idolü Albay'dan ziyade Dizman'dı.

Sekiz senede iktidar?
Doksan birde vakıf'ta katıldığım ilk üniversite toplantısında hiç liseli arkadaşım yoktu. Salon dolu idi, kenarda bir sandalye bulabildim. Albay'ın orada "her Ülkücü günde bir saat çalışırsa, hareket sekiz senede iktidar olur" sözleri özellikle aklımda kalmıştır. Her Ülkücü günde bir saat çalıştı mı bilinmez ama hareket 99'da iktidara gelmişti.

Yatılıya telefon
Yeni tanıştığımız günlerde akşam saatlerinde okuldan aramış, "Derelili Özgür" diye anons ettirmiş. Geç saatlerde döndüm. Birkaç kişi yaklaşarak Şakir Aliustaoğlu'nun aradığını söyledi. Aralarından birisi bir sağa bir sola bakıp "Derelili Özgür diye anons gelince tırstık, sen çete reisi mi oldun, niye öyle diyorlar?" dedi.

MÇP'nin son dönemi
Dokuz yıldızlı aylarla süslenmiş otobüse yerleştik. Yeni mahalleden hareket ettik. "Üşürsün" diyen Selçuk kabanını bana devrederek Anadolu Lisesi sapağında "Başbuğuma selam ederim" diye haykırarak indi. Otobüsün yarısı bile dolu değildi. Sayı az nitelik çoktu. Uykuya dalamamış gözlerimiz batışırken Çorum'da bir çay molası vermek üzere masalara yerleştik. Kafalar önde, acı çayı yudumlayanlar suskunlaştı. Karanlıkta bize doğru yürüyen sert bakışlı beş kişi belirdi. Mesafe kısalıyor, Albay ve arkadaşlarından tepki gelmiyordu. Bir adım kala durdular. Bizimkiler ayağa fırladı, onlar ellerini uzattı. Herkes tokalaştı, kucaklaştı. Albay'ın bize daha önce "bize birer Ülkücü çayı getirdiler" diye anlattığı mekan burasıydı belki de.

Eskiden kongreler 19 Mayıs Spor Salonunda yapılırdı. Günün ilk ışıklarıyla salona girerken polis bizi aramaya davrandı. "Bırakın kardeşlerimizi biz ararız" diyen sarkık bıyıklı orta yaşlı adamlar bizi içeri aldı. İçeride o kadar yüksek bir slogan sesi vardı ki, trabzanlardan, camlardan vızıltılar geliyordu. 80 öncesi dahil olmak üzere Milliyetçi Hareketin en samimi mensuplarını bir arada göreceğimiz son gündü belki de. Seneye MHP'nin ilk kongresi yapılacaktı.

Kürsüden anons
"Başbuğ nerede biz oradayız" sloganından uzun süre konuşmasına başlayamayan Türkeş'in "siz nerede biz oradayız" diyerek kükremesi sloganların daha da artmasına neden olmuştu. Nazım'ın ünlü şiiri de o gün okunacaktı. Oylamaya geçildi, Albay ve arkadaşları oy kullanmaya gittiler. Ben de seyyar satıcılardan kitap toplamaya başladım. Bir de çıkartma aldım. Kırmızı Türkiye haritası üzerine yazılı bir dörtlük:

Ellerin yurdunda çiçek açarken
Bizim ele gar geliyor gardaşım
Bu hududu kimler çizmiş gönlüme
Dar geliyor dar geliyor gardaşım

Dönüş yolunda Albay'ın kaybolduğumu sanıp kürsüden anons ettirdiğini öğrendim.

Giresun Sosyalist Tiyatrosu
Teravihleri Bulut İş Hanının 5. katındaki vakıfta kılardık. Aynı katta bitişiğindeki Giresun Sanat Tiyatrosunun aktörleri o saatlerde saz çalıp şarkı söylerdi. Albay onlara Giresun Sosyalist Tiyatrosu derdi. Aslında biz Şirin Baladın'la GST'nin çıkardığı bazı oyunlara da gitmiyor değildik.

Deprem
Erzincan depremlerini biz de hep hissetmişizdir. Doksan iki Martında vakıfta teravih namazı kılarken saat 19:08'de depreme yakalandık. Deprem binayı sallamaya başladı. Hocayla beraber rükuya gittiğimizde sarsıntının şiddeti arttı. Rükuda saflar bir sağa bir sola yaylanıyordu. Cemaatte beş yıldır il başkanlığını kapalı tutan -nedendir bilinmez- İhsan Doğan, Albay Şakir, Akif Yüksel ve daha birçokları vardı. Akif Yüksel o akşam çocuklarını da getirmişti. Babalık iç güdüsüyle hocadan önce selam verdi.

Cenab-ı Allah'ın gördüğü yer
Yemekhane kalabalığında Selçuk Çekiç'le Tamer Kurt birden bire yumruklaşmaya başladı. Araya girenler Selçuk'u, Tamer'i farklı köşelere çektiler. Beni de tutuyorlardı. Oysa ben kavgayı ayırmaya niyetlenmiştim. Biz zaten daima bir kişiye on kişi saldırmayı korkaklık bildik. Sakinleşince Tamer Selçuk'tan, Selçuk da Tamer'den özür diledi. Hocalar Albay'a söylemiş olmalı. Selçuk'a ne dedi bilmiyorum. Beni hemen çağırmıştı: "Bu işleri okulda niye yapıyorsunuz? Sizin orada bir sürü fındık bahçesi var. Cenab-ı Allah'ın gördüğü kullarının görmediği yerler var!"

İki sene sonra bir gece sınıfların birinde ani bir toplantı yaptım. Bir ara mırıltılar olmuş sınıfa giren çıkanlar olmuştu. Çıkışta yanımda iki liseli ile fındık bahçesinin kenarında sigara tüttürüp sohbet etmeye başladım. Karanlıkta bahçeden garip sesler gelmez mi?

"-Kim gönderdi lan seni?"
"-Bilmiyordum abi"
"-Vallahi abi"

Döndüm. "La burada bir şey oluyor" dedim. Liseliler kollarımdan çekiştiriyor: "Reis tamam bir şey yok, hadi gidelim." Meğerse afacan bir ortaokullu bizim konuştuğumuz sınıfın kapısına kulağını dayamış, dinlemeye çalışıyormuş. Meraktan. Üç otuzluk orta okullularımız da işin içinde bir iş olup olmadığını soruyorlar. Gittim aldım ellerinden. Bizimkilere özür dilettim. Gönlünü aldım. Ertesi gün de göz kulak oldum. Anlaşılan bizimkiler Cenab-ı Allah'ın gördüğü yeri keşfetmişlerdi. Kimden duydularsa.

Liselilere iftar
Bir sonraki yıla kadar kendi teşkilatımızı hızla büyütmüştük. Albay "Anadolu Lisesine iftar vereceğiz" dedi. Bize de öğrenciye haber vermek düşüyordu. Albay Mişmiş'e adama başı birer kır pidesi yaptırıp koliye doldurup kucağında getirdi. Belki de adam başı bir buçuk olabilir. Bir tencereye de "daldırdı kepçesini" ayran hazırladı. Giresun'un kır pidelerinin bol peynirli ve bol tereyağlı olduğu düşünülürse az bir mönü de değildi. Albay bir gün de bize kendi yaptığı bol salçalı pirinç pilavını tenceresiyle birlikte getirmişti.   

Atacan Hoca'nın işleri
Koşup haber verdiler: "Albay okula girdi". İdareye gider diyerek ben de o tarafa gittim. Yanında birisi var, yanlış görmediysem Samsun Ocak Başkanı Şaban Kılıç. Zaten Albay da Samsun'dan geliyordu. Yanındaki hocalara "bir saniye" deyip bana döndü:

"-Ne diyor bu adam?"
"-Abi pazartesi odasına gittim. '210 dakikalık bir deneme sınavı olacak. Benim girmem lazım.' dedim. Bana girersem disipline vereceğini söyledi. Şimdi de dediğini yapıyor."

dedim. O, benim birinci olduğum sınavlardan birisiydi. Gece gündüz geziyordum fakat girdiğim her deneme sınavında birinci oluyordum. Gerçek sınavda açıkta kaldıysam yüksekten atma yüzündendi. Birkaç ay sonra mezun olacaktım ve Atacan'ın gözü dönmüştü. Son bir yılda sudan sebeplerle beşinci kez savunmam isteniyor ve ben hiçbirinde vermiyordum. Kapıyı çalmadan müdür odasına girdik. İçeride Atacan ile müdür. Albay sert bir bakış attı. Müdüre: "Çık dışarı". Müdürle beraber ben de uzaklaştım. Albay okuldan ayrılırken "soruşturma açmayacak, bir ara gelsin özür dilesin diyor dedi".

Bizimkiler nasıllar?
Atacan hocayı kantinde gördüm. "Hocam geçen hafta bir olay oldu" dedim. "Bunları seninle odamda konuşacağız" dedi. Gitmedim. İki sene sonra Anadolu Lisesini ziyaret ettiğimde Atacan koluma girdi:

"-Bizimkiler nasıllar?"
"-Sizinkiler?"
"-Ülkücüler canım? Siyasal'da Ülkücü var mı?"
"-Yoktu."

10 Kasım Törenleri
O yıl lisede 10 Kasım törenlerinde hocaların ve öğrencilerin yaptıkları konuşmalarda ve okudukları şiirlerde milliyetçiliğin dozu her geçen dakika biraz daha yükseliyordu. Doksan üç yılıydı, bilirsiniz. Etrafımdaki Ülkücüler "Kahrolsun PKK", "Şehitler ölmez vatan bölünmez" sloganları atmaya başladılar. Sloganlar güç bela durdu. Atacan hoca iki metre önüme bir sandalye koyup üzerine çıktı. Gözlerini gözlerime dikti. Fakat artık ses benden değil etrafımdaki liselilerden çıkıyordu. 

Seksen öncesinde ne olmuştu?
Vakıf sohbetlerinde 80 öncesi pek geçmezdi. Kurşunlanmış Celal Durmuş'un (Albay'ın kayın biraderi) yine kurşunlanmış fotoğrafı partide duvarda hep asılıydı. 80 öncesinde Albay'ın ne yaptığını üçüncü dördüncü ağızlardan duyduğumuz oluyordu. Şebnem Pastanesinden yukarısı sol, aşağısı sağ olduğunu ve Albay'ın sol bölgede oturduğunu duymuştuk. Kimi zaman beline tahrip kalıpları bağlayıp elinde çakmak yukarı bölgenin kahvehanelerine girip meydan okuduğu anlatılırdı.

Giresunlu olmayanlar Diyarbakır'daki bir kamyon kasası üzerinde çekilmiş Türkeş fotoğrafını çok anlamlı bulur. Bugün de Albay Şakir deyince akla gelen en önemli fotoğraflardan birisi Türkeş'le beraber kamyon kasası üzerinde çekilmiş fotoğrafıdır. Fotoğraf Tirebolu'da çekilmiş, 80'li yıllarda.

Ülkücülük bir deryadır!
Albay 92'deki seçimli kongre ile yeniden il başkanı oldu. Parti kongrelerindeki bazı konuşmalarında başından geçen bir hadiseyi anlatırdı:

"-Bir zaman kendine Ülkücü diyenler 80 sonrası sokakta bize selam vermiyordu. Hiçbir ilçede teşkilat kuramamıştım. Ankara'ya gittim: 'Başbuğum, ben bu görevi başaramadım. Allah rızası için beni bu görevden alın. Hiç olmazsa bu işi bilen birisi gelsin.' Genel Başkan bana 'Oğlum Ülkücülük bir deryadır! Daldır şu kepçeyi o deryaya!' dedi."

Bu görüşmeden sonra Albay bir zaman kendine Ülkücü diyenlerin peşini bırakmış. Bundan sonra camilere, meyhanelere, akla gelebilecek her yere girerek partiye üyeler bulmuş. Altı ayda kuramadığı teşkilatı üç ayda kurmuş.

Şair, Albay mıydı?


Ortadoğu herhalde "Giresun'da MHP'ye taze kan" başlığıyla vermiştir. Şofben zehirlenmesi haberi yapacak değil ya. Albay yeniden il başkanı olduktan sonra her haneye mektup gönderdi. Gazeteleri, TV'leri dolaştı. Yerel gazetenin "Ülkücüler lejyon askeri değildir" başlıklı Albay röportajı yayımlandı. Bir gün dergah'a girdiğimde telefondaki vatandaşa,

"-Şair diyor ki,
Yarı dalgalı olmamalı deniz ya durulmalı ya kudurmalı
Köküne kadar saplanmazsa hançer kınında durmalı"

diye sesleniyordu. Kongrelerde bu şiiri hep duyacaktık. O şairin kim olduğunu hala öğrenemedim. Şair, Albay mıydı?

Valiye telefon
Bir gün dergah'ın önünde kaldırımda çay ocağı taburesinde otururken gördüm. Onun yanına tabure çekip gelip gidenle gün boyu milliyetçilik sohbeti yapardık. Satranç takımı da çıkartırdık kaldırıma -dükkanda olurdu öyle malzemeler. Çok düşündüğüm zaman sabırsızlanırdı. Özellikle taş geride olduğu zaman. Sosyal medyadan Albay'ı takip edenler hasır taburede otururken çekindiği fotoğrafları hatırlarlar.

O gün Albay telsiz telefon elinde, alçak taburede oturduğu yerden muhatabına kendisini özel kaleme bağlamasını söylüyordu. Bir taraftan da kaldırımın yanında gümbür gümbür kamyonlar geçiyor. Validen randevu istiyordu: "İl başkanımız vali beyi ziyaret etmek isterler." İl başkanı kendisiydi.

Dereli yolunda kaza
İl kongresinden kısa süre sonra Albay Dereli'yi ziyaret etmişti. Yanında Halit Vurguncu vardı. Eski ilçe başkanı Hüseyin Akdeniz ve birkaç kişiyle eczanede toplantı yapıyordu. Akdeniz'den teşkilat kurmasını istedi. Akdeniz parası olmadığından yakındı. Albay yükü yönetim paylaşacak dediyse de adam ikna olmadı. Dereli'de sayı o kadar azdı. Akdeniz, memurluk yapan damadı, henüz oy kullanma yaşına gelmemiş birkaç torunu, esnaflık için gelmiş veya tayini çıkmış birkaç kişi. Buradan üç yıl sonra Ankara'ya gitmek üzere ayrılacak, dört yıl sonra uzun bir ziyarete gelecektim. Geldiğimde şehrin bütün araçlarının camında bozkurt çıkarması görecektim.

Ertesi sene Albay'ın aracının virajlı Dereli yolunda kaza yaptığını öğrendik. Dereli yolunda Ozan Arif'le beraber kurşunlanmış Albay'ı yine Dereli yolunda trafik canavarı bir kamyon ezmişti. Seçim kampanyasını koltuk değnekleriyle yürüttü. Sahil ilçelerine yaptığımız konvoy gezilerinde siyah gözlüklü iri Dizman'ın aracında önde oturan siyah gözlüklü iri başkan, Albay'dı.

Yerel seçimin ardından
Akşama kadar konvoy, gece yarısına kadar kahvehaneler, sabaha kadar afiş seçim dönemi bitti. Kazanın ardından Albay'ın birkaç yerinden kırık bacağında aksama kalmıştı. Gözümüzde gazi gibiydi. Belki de etkisiyle futbol oynarken yaralandığımızda abartılı topalladığımız oluyordu. Yerel seçim iyi gelmemişti. Albay artık çok daha agresifti. Yeni yeni küfürler öğreniyorduk. O arada beş nisan kararları da geldi. Tütüne de büyük zam tabii.

Çay markaları
"Albay'ın İstanbul'da işleri uzamış" diyorlardı. Dergah'a uğradım. Baktım Özcan bir paket yeni çay markası açıyor. Meğerse parası bitmiş. Satış az olunca çaycıdan marka alamamış -dergah'ın geleni gideni de çok. Yeni paketlerden açtığı markayı çaycıya verip duruyormuş. Bir hafta sonra para verip markaları geri almış. Albay'ın haberi oldu mu bilinmez.

Sizi bize saldırtacaklar
Türkeş'in cenazesinde Albay ve arkadaşlarıyla otobüs terminalinde rastlaşmıştık. Kar da yağdığı için ellerimizi bardaklarla ısıta ısıta çay içmiştik. Yanımda Selçuk Can vardı. Beni site yurdundan veya Salon Dost'tan arayıp not bırakırdı. Sol grupların bir gün kırıp döküp enkaza çevirdiği Salon Dost, bana her ders arası üç beş dakikalığına uğranabilecek mesafedeydi.

Gazi Mühendisliğin matrak bir başkanı vardı. Anıt mezardayken bir gece yemek yemek için otobüs terminaline gittik. Başkan herkesten beşer milyon toplayıp "hadi Reis seni Giresun'a gönderelim" dedi. Bir Uzay Turizm bileti bulmuşlar. Beni Giresun'a değil Ordu'ya gönderiyorlardı.

Ordu'dan bir araç bulup Albay'ın yeni açtığı dergah'a gittim (Yeni Mahalle'de). Girişim Özcan'ı tedirgin etti: "Genel Merkez mi gönderdi?". Albay sakindi. Birkaç gün sonra Ankara'da telefonla ulaştı. Şemsek Başkan'ın Fevzi Çakmak'taki ofisine gel dedi (Fevzi Çakmak 2). Ben ofise girerken Şemsek de arkamdan girdi. Albay, "Sizi bize saldırtacaklar, olağanüstü kongreye gelmeyin" dedi. Üniversite teşkilatı gitmek istedi, gittik. Hem de 12 saat öncesinden. İsteksiz olan öğrenciler de vardı. Bir tanesi Gençlik Parkından yürüyüp eve gideceğim dedi. En samimi milliyetçileri bir arada en son 6 sene önce yine bu salonda görmüştük.

Birkaç pankart asıp koltuklara yığılmıştık. Elektrik kesildi bütün ışıklar söndü. Bir süre sessizlik. Çıt çıkmadı. Bazıları marş okumaya başladı:

Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz
Çünkü bu yol kutludur gider Tanrı dağına
Halbuki yoldaşını bırakıp kaçanların
Değişilir topu da bir sokak kaltağına

 Zifiri karanlıkta herkes katıldı:

Kürşad’ın narasıyla indik Tanrı dağından
Ruhumuzu kandırdık Orhun’un kaynağından
Bu kaynaktan içenin yürekleri tunç olur
Türk’e kefen biçenin ölümü korkunç olur

Ertesi gece biz değil ama birileri birilerine gerçekten de saldırtıldı. O sırada koltukta oturmaya takatim kalmadığından parktaki çimene uzanmış salonu kapalı devre ekrandan izliyordum. O gün parkta olduğumu bilmeyen Yusuf Ziya Yapar beş yıl sonra "siz, hainler dışarı dediniz biz de çıktık" diyecekti.

Devletin başına devlet gelecek (aday olmuyor gerçi)
"Çiçekler nereden bilecek şehitleri. Hiç arkadaşlarını eliyle toprağa vermedi ki 22 yaşındaki delikanlı. O, devletin başına devlet gelecek'ten başka slogan bilmedi ki..."

diye yazacaktı 2019'da Albay Şakir, başka 22 yaşındaki delikanlılar Ozan Arif'e saldırtılırken. Bu 22'likler olağanüstü kongrede önceki 22'likler Albaylara saldırtılırken henüz doğmamıştı. Eski hareket; Milliyetçi Türkiye, ateşten gömlek, kurşunlar, toprağa verilen arkadaşlar, sürgünler, vatan hasreti, taş medrese, C5, soğuk duvarlar ile yoğurulmuş. Yeni hareket oysa tek bir sloganla kitleyi heyecanlandırmaya çalışıyor: devletin başına devlet gelecek.

Telefon görüşmeleri
Arslan Tekin'in deyimiyle Milliyetçi Hareket'te yeni dönemde -Tekin yakmıştır bu kitabı herhalde- Albay Şakir'le zaman zaman telefonda görüştüğüm oldu. Kimi zaman konuşmak nasip oldu kimi zaman olmadı. En son konuşmam muhtemelen bana İstanbul il başkanının ismini verip ziyaret etmemi istediği görüşmemizdi. Bir hafta sonra il teşkilatına gittim ama o gün 19 Mayıs olduğu için başkan ya protokoldeydi ya da evdeydi.

Karadeniz'in kudretli Albayı
Albay 2015 seçimlerinde (Haziran) aday adaylığını açıkladı. Hareket, ona Karadeniz'in Albayı diyordu ama milletvekilliği listesinde son sırayı bile vermemişti. Belki de "mitahit" değil kitapçı olduğu için. Duyduğum kadarıyla seçimden bir süre sonra hastalandı. Ağır bir hastalık dönemi yaşadı.

Yaşasaydı "şair diyor ki" derdi. Biz de öyle diyelim. Şair diyor ki,
Albay Şakir öldü mü
Dava yerde kaldı mı
Ol korkaklar toy yapıp
Şehri teslim aldı mı

Bu dünyadan bir Albay Şakir geçti...

2 yorum: