Yurdumuzda 19. yüzyıldan bu yana kendisine destekleyici bulan liberal görüş iktisadi girişimlerin özel sektöre bırakılması gerektiğini dile getirmiş, 1980'lere kadar devletin ‘asli’ görevlerini icra etmesi gerektiğini öngörmüştür.
1980'den sonra devletin asli görevlerinin de özel sektöre bırakılması tartışılmaya başlandı.
Devlet sağlıktan çekilecekti, ‘birey’in sağlığı başkaların sağlığından etkilenmez mi? Devlet eğitimden çekildi, dikey eğitim kadar yatay eğitim önemli değil miydi yoksa?
Eğitim yatırım özelliği taşımaz mı?
Dar anlamda taşımaz tabii, ancak geniş anlamda taşır.
Özel sektör eğitimden çok öğretim hizmeti verir.
***
Devlet sadece kolluk işlevini mi yerine getirmeli? Onun için savunmadan henüz çekilmediği anlaşılıyordu. Bir takım 'birey'ler özel sektörün eğitim ve sağlık kurumlarından yararlandıkları için ödedikleri vergiye itiraz etmeye başladılar.
Girişimci tabakamız risk almaya alışık. İç ve dış güvenliğin değerini biçebiliyorlar…
Hemen kolluk görevinin tamamen devlette olduğunu düşünmeyelim. Halen 1270 özel güvenlik şirketi bünyesinde 415 487 özel güvenlik görevlisi 'özel mülkiyet'in güvenliğini sağlıyor.
Birçok ordudan daha büyük…
Yasal düzenlemeyi 2005'te yürürlüğe koymuştuk. Sektördeki en büyük beş firmanın üçünü yabancılara kaptırdık bile.
Ülke sınırları içinde silah ancak devlet tarafından kullanılır. Şimdilik özel mülklerde ‘birey’ tarafından kullanır görünüyor.
Ayrıca birkaç yıl önce “Devletin vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğü”nü korumayı devletin görevleri arasında saymayan anayasa çalışmaları yapıldığı da bilinmektedir.
***
Hep örnek aldığımız batı demokrasilerinde kamu sektörünün, 1929 büyük krizinden bu yana sürekli artmış, günümüzde %60'lara ulaşmış olan payı %100'e yakınsamaktadır. Ancak sadece yakınsamaktadır. Yoksa mülkiyetin ortadan kaldırılmasını öngören ideolojiler zaten iflas etmiştir.
Modern kapitalist ülkelerde bile kamu sektörü payı artarken bizde özelleştirme ve taşeronlaştırma eğilimi artıyor.
Kitle iletişim araçlarımızı, haberleşme ve diğer sektörlerimizi yabancı sermayeye devredebildik. Oysa devlet, kalkınmada bu girişimleri maliye ve para politikası aracı olarak da kullanabilir.
Canımız sıkıldıkça babalar gibi sattığımız kamu girişimleri kurulması dikkat edilirse kısa Cumhuriyet dönemine sığdırılmıştı.
Prof. Dr. Erdal ÜNSAL hocanın da dediği gibi, "20. yüzyılın bir mucizesi varsa, bu Türk mucizesiydi."
Düşman işgalinden henüz kurtarılmış, fert başına düşen geliri 50 dolar olan ve 10 milyonu köyde yaşayan 12 milyon nüfuslu bir ülkenin bu kadar kısa bir sürede iktisadi, kültürel ve sosyal olarak kalkınmasının 20. yüzyılda başka örneği olmamıştır.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder