Orijinal adı To Kill a Mockingbird. 1962'de filmi de çekilmiş. Hatta üç Oskar almış. Nostaljik bir film seyretmek isterseniz öneririm. Çok iyi aktörler var. Müzikleri güzel, sürükleyici. Burada enteresan bir bilgi de gireyim, baş rol değil tabii de, Robert Duvall'ın oynadığı ilk sinema filmi. Godfather'ın meşhur consigliere'si Robert Duvall. Filmde dikkatimi çeken bir şey, insanlar " haber vermek için çocuk göndereceğim" diyorlar. Çocukların çok olduğu, bağımlılıklarının olmadığı dönemler. Ben de gördüm o dönemleri. Çocuk güvercin gibi haberleşme aracı olarak kullanılırdı. Unutayazdığım bir olayı hatırlattı bana.
Roman 1930'lar Amerikasında, Alabama eyaletinde geçiyor. Irkçılığa karşı çıkmanın ayıp sayıldığı belki suç olduğu yıllar. Eser de bu konu üzerine zaten. Çocuk anlatımıyla yazılmış. Çocuklar arasında okunan bir roman olmakla birlikte kuşkusuz büyüklere de hitap ediyor. Çocuk dili ve masumiyet simgesi yapılan bülbül, romana samimi bir duygu vermiş. Yetişkinlerden sıkılp bırakanlar olduğunu duydum, fakat herhangi bir çocuk sonuna kadar okur. Romanın bir bölümünde çocuk karakterlerin bir mahkeme kararının ne olacağını merak etmesi gibi günümüzün küçük okuyucusu için de Bülbülü Öldürmek'in olay örgüsü oldukça sürükleyici gelecektir. Harper Lee'nin eserini çok samimi, çok duygulu buldum. Amerikan edebiyatının en önemli eserlerinden birisi olduğunu düşünüyorum. Beş üzerinden beş yıldız verdim.
✭✭✭✭✭
Orijinal adı Der Amokläufer. Kitabı İş Bankası da bastı bu arada. Eser yedi bağımsız hikayeden oluşuyor. Adı Amok Koşucusu olan hikaye dördüncü sırada. Hemen hemen her hikayede intihar vakası var. Zweig'ın kendisinin yaşamına son verdiğini hatırlattı bana. İlk iki hikayede dönem havası var. Bu esere de beş yıldız verdim. Bugüne kadar Zweig'ın okuduğum her hikayesini beğendim -Satranç'ın yeri ayrı. Her hikaye sürprizli, hüzünlü ve rahatsız edici. Kanaatimce bir eser insanı rahatsız edebildiği ölçüde sanat eseridir. Çünkü sinemacı Andrey Tarkovski'nin dediği gibi sanat insanı ölüme hazırlar.
✭✭
Orijinal adı The Midnight Library. İngiltere'de başlayan ve daha sonra gerçek üstü olaylar anlatan bir roman. Felsefe, fizik, jeoloji, iklim bilimi, müzik ve yüzme, satranç gibi sporlar, birçok alanda gereksiz bulduğum ayrıntılar var. Bu kısımlarda yazar kendisini olması gerekenden fazla ön plana çıkarıyor. Anlatım doyuruculuktan uzak. Ergensi geldi. Bu durumun sebebi kahraman'ın gerçek üstü bir şekilde farklı hayatları yaşayıp bitirip yeni hayatlara başlaması. Bu olay hikayeyi sanki bir daire etrafından döndürüyor. Edebiyatta çevirmenleri çok önemserim, yazarın adını söylersem çevirmenin de adını söylerim hep. Ama Gece Yarısı Kütüphanesi'ndeki dengesizliğe bir de çeviri yetersizliğini de eklemek gerek. Herhalde kötü çevirilerden en çok etkilenen satranç tabirleri oluyor. Mazanti'nin Şah Mat polisiyesindeki gibi "kraliçeyi ileri itti" benzeri ifadeler var -veziri sürmek olacak. Almancada springer, İngilizcede knight, Türkçede at vardır. Her ne kadar temel anlamları farklı olsa da aynı şeyi ifade ederler. Bugün Türkiye'de 1 milyon profesyonel kişi resmi karşılaşmalarda satranç oynuyor. Bu rakam tüm lisanslı futbolcu sayısından kat be kat fazla. Türkiye'de değil de satranç oynanmayan bir ülkede mi yaşıyorsunuz? Bilemedim ki... Şu çeviriler sadece iki redaktörün elinden geçse yeterli. İki yıldız verdim.
✭✭✭
Şevket Süreyya Aydemir'i her türlü tavsiye ederim. Her bir eseri kendi konusunda en iyisidir denebilir. Öte yandan yazara ait her bir esere farklı eleştirilerim oluyor. Kitaplarında eksik yönler de olduğunu daha önce yazmıştım. Yazım hataları, tekrar hatalarına genelde rastlıyorum. En başarılı eseri Enver Paşa. Tek Adam, Falih Rıfkı Atay'ın Çankayasına göre çok geride. İkinci Adam'da İkinci Adam yok. En zayıfı İhtilalin Mantığı.
Bazı okurlara göre Suyu Arayan Adam otobiyografisi bir başyapıt. Benim gözüme çarpan yazarın en bireysel kitabı olması oldu. Yazmadan geçmeyelim, 65 yıl öteden bakınca Suyu Arayan Adam sayesinde Aydemir'in cumhuriyetin temelleri üzerinde ne kadar çok etkili olduğu da anlaşılıyor. Eser sürükleyiciydi, ustacaydı. Üç yıldız verdim. Tavsiye ediyorum. Yakın zamanda okuyacaklarım listesine Menderes'in Dramı'nı da ekledim.
✭
Bu ayki ikinci Aydemir, Talât Aydemir. Hatıratım, çok gerekli bir kitap değil. Yazımı kötü. Konusu hatırat, otobiyografi benzeri bir tür. Albay Talât Aydemir'in "ihtilal girişimleri"ni anlattığı hatıraları. İsyan aslında. Hatıratın bir kısmı kayıp. Emin olun, bu kayıp, tarih bilimi için önemsiz. Aynı zamanda kurmay da olan Aydemir'in kötü bir asker olduğu anlaşılıyor. Kitaptan İnönü'nün Aydemir'i bir süre hava kuvvetleri ile dengelediğini öğrendim ki birçok belge bunu doğruluyor. Asker ve özellikle sivillerin 27 Mayıs adını koyduklarını 13 Kasım rejimini bu kadar çok olumladıklarını 22 Şubat'ı ise sürekli gündemde tutmak istediklerini, unutmayacağız falan durumları olduğunu da öğrendim. Meğerse 22 Şubat'ı demokrasinin üstünde adeta Demokles yapmışlar. Bir yıldız verdim. Kötü günleri anlatan bu kitabı yorumlamayı Türkeş'in sözü ile biterelim: "En kötü demokrasi, en iyi ihtilal yönetiminden evlâdır."
✭✭✭✭
İsminin Çinli yazarların makalelerinde aynı satırda üç kere olmak üzere bahsedildiğini tekrar tekrar görmüştüm. Yaklaşık 40 bin bilim insanının atıf yaptığı Celâl Şengör'ün ne kadar büyük olduğunu anlamıştım. Nutuk'ta geçen "1919 senesi Mayısının 19. günü Samsun'a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye" sözünün problemi tanımlama anlamına geldiğini vurgulaması etkileyici. Akla bilgisayar mühendisliğinin temel ilkelerini getiriyor. Şengör sonuçta bir homo universalis olmadığından Dâhi Diktatör uzmanlık alanı değil. 12 Eylül de uzmanlık alanı değil. Bu önemliydi, yazmalıydım. Çok emek verilmiş, coşkulu ve heyecanlı bir kitap. Okunur. Dört yıldız verdim.
✭✭✭
Orijinal adı La Peste. Nobel ödüllü roman. Neredeyse 100 yıl önce epidemi ve karantinanın sosyal ve psikolojik yönlerini, acıları, çaresizlikleri anlatan bir eser. Cezayir'de geçiyor. Kitap en çok 2020 pandemisinde okunmuş olmalı. Fransız karakterler ön planda. Epidemi bitse de büyük izler bırakıyor. Bedeli çok ağır oluyor. Çeviri güzeldi. Üç yıldız verdim.
✭✭✭✭✭
"Gündüz erkektir, gece kadındır". Ağustos ayında okuduğum en güzel kitaptı. Orijinal adı Βίος και Πολιτεία του Αλέξη Ζορμπά. Kazancakis 20. yüzyıl Yunan felsefecilerinin en büyüğü. Zorba ise Yunan edebiyatının en büyük romanı. Zorba'nın olay örgüsü bir tanışma bir ölümden ibaret. Zaten o tanışmadan sonra hiçbir şey artık eskisi gibi olmuyor. Eser, bir birine zıt iki insanın arkadaşlığı üzerine. Bir de özgürlük üzerine. İki insanın birincisi hayatı kitaptan öğrenmiş. Diğeri Zorba. Zorba hayatı hayatı hayattan öğrenmiş. Filmi çok güzel, eskiden beri arada bir izliyorum. Filmin özellikle ilk kısımları çok iyi. Zorba hakkında bilgi veren kaynaklar herhalde alıntı yaptıklarından olsa gerek genellikle filmle kitabı karıştırırlar. Filmde maden adamın babasınındır, kitapta yeni satın almıştır. Filmde Basil vardır, kitapta sadece anlatıcı. İsmi geçmediği için ona patron denir. Anlatıcı da denir. Aslında o Kazancakis'tir. İki arkadaştan birincisi.
İkincisi Zorba, çılgın, özgür. Dünyaya öyle insanlar çok gelmemiştir. Kitap okumamış ama yetenekli bir müzik adamı. Resim yapıyor, heykel yapıyor, dans ediyor, alet yapıyor. Becerikli, yetenekli, bilekli, yürekli, sempatik. Çözüm odaklı derler ya. Ama özgür. Neden'e ihtiyaç duymuyor, çılgın mı çılgın. İnsanları peşinden yürütüyor. Aleksi Zorba için yazılacak çok şey var. Zorba kitabı için olduğundan çok daha fazla. Aleksi Zorba derinden etkileyen... etkisi uzun süren bir kahraman. Filmi çok güzeldi, kitabı daha güzel. Genelde öyledir. Godfather'da kitabı kötü filmi iyiydi. Fakat genelde kitabı daha iyidir.
Romanın ilk bölümünde Yunan komitacı Bubulina güzelleniyor mu ne? Sonra Türklere karşı işlenen cinayetler eleştiriliyor. Bubulina artık karikatür kalıyor. İnce mesajlar.
Kitabın çevirmeni tutulan bir isim. Uzun zaman önce yapılan bir çeviri. O günün beklentileri farklı da olabilir. Günümüzde çevirenin notu az tutuluyor. Hiç düşmem diyenleri de gördüm. Yılbaşı sonrası olayları anlatan on birinci bölümdeki "Ruhuma ilk adımı kim atacaktı?" cümlesine not düşülmüş: "podarika'nın Türkçede karşılığı yok. Yeni yılın ilk sabahında, ev halkı dışında birinin eve ilk girişidir." denmiş. Türkiye'de eski takvime göre yeni yılın ilk günü yıl başı bozma vardır. Buna göre yeni yılın ilk günü yeni takvime göre 14 Mart'a denk gelir. 14 Martta evde kalmayan ve eve ilk giren kişi yılbaşını bozmuş olur. Bu cümle "Ruhumun yılbaşını kim bozacaktı?" biçiminde olabilirdi, not'a gerek kalmazdı. Belki bir sonraki baskıda bu şekilde düzeltirler.
Okunası. Kazancakis Zorba ile çok iyi vakit geçirmiş. Okuyacak olanlar da umarım çok iyi vakit geçirir. Zorba'ya beş yıldız verdim. En iyiler rafına koydum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder