17 Aralık 2017 Pazar

(22) Fuzuli ve Âşık Edebiyatı

Batı Oğuzcasının 13. ve 19. yüzyıllar arasında verdiği edebi ürünler, genellikle “yüksek zümre” ve “halk edebiyatı” şeklinde ikiye ayrılarak inceleniyor. Türk edebiyatında batı etkisi başlayana kadar yazın anlamında bir edebiyat terimi yoktu. Namık Kemal’le başlayan süreçte ilk kez yüksek zümre edebiyatına eski şiir, kadim şiir vs. gibi çeşitli isimler verildiğini görüyoruz. Merhum Fuat Köprülü “klasisizm dönemi” ve “klasik edebiyat” gibi bazı önerilerde bulunduysa da Ömer Seyfettin'in önerdiği “divan edebiyatı” terimi genel bir kabul gördü.

Halk edebiyatı tanımlaması, divan edebiyatından çok daha sonra yapıldı. Zaten batı ülkelerinde de halk edebiyatı gerçeği geç fark edilmişti. Halk edebiyatı da genel olarak “tekke edebiyatı” ve “âşık edebiyatı” olarak ikiye ayrıldı. Fakat bunların yanı sıra “anonim halk edebiyatı” da mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.

Kuramcılar, Batı Türkçesi ürünlerini aşırı katı kurallara bağlama eğilimindeler. Bu durum, asıl uzmanlığı halk bilimi olan Köprülü'nün divan edebiyatı için yaptığı “klasisizm” önerisinden kaynaklanıyor olabilir. Çünkü klasisizm kesin kurallara uygunluk gerektiriyordu.

Ancak kuramcılar sadece divan edebiyatı için değil, halk edebiyatı konusunda da oldukça katılar. Şahsen bir sanatçı nasıl birden fazla batı edebiyatı akımına dâhil edilebiliyorsa, Batı Türkçesi edebiyatında da sanatçılar birden fazla edebiyat dairesinin özelliklerini taşıyabilmeli diye düşünüyorum.

Dil anlaşılabilirliği her halükarda üzerinde çokça durulan bir konu. Ancak halk edebiyatında hece vezni ve yarım kafiye, dönemsel ve yöresel ek değişimlerini tolere edebiliyor. Hatta söz değişimleri bile mümkün. Örneğin, farklı yörelere ait "Akkoyun meler gelir" ile "Mor koyun meler gelir" türküleri aslında aynı türküler. Niğde yöresine ait "Yine yeşillendi Niğde bağları" türküsü de Giresun'a ait "Yine yeşillendi fındık dalları"ndan alınmıştır. Aruz vezninde ise bu değişimler yoktur. Milli veznimiz “hece”, farklı söyleyişleri az da olsa kısıtlar. Örneğin Yunus Emre'nin,

Bir garip ölmüş diyeler
Üç gün sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin

şiirindeki "yumak" yerine "yıkamak" diyemezsiniz, vezin bozulur. Ama belirttiğimiz gibi bu tür kısıtlamalar çok değildir. Bu geniş farklı söyleyiş özgürlüğü edebiyatımızı yüz yıllarca canlı tuttu. Yoksa eski dönemde ses kaydetmek imkân olsaydı, Yunus Emre'nin ilahilerinde anlaması zor ekler olduğunu görecektik.

Aruz vezni kullanan sanatçılar ise katı kurallara bağlı olarak ustaca bir söyleyiş yakalamaya çalıştılar. Daha büyük ustalık gösterdiklerinde daha fazla kalıcılık sağlayacakları düşünüldü. Oysa bu katı kurallar yüzünden eserlerini farklı dönemlere ve farklı yörelerde yayamadılar. Eserin kalıcılığına zarar verdiğini düşündüğüm bu aruz fikri, yakın dönemlerin Yahya Kemal, Faruk Nafiz, Edip Ayel gibi sanatçılarında bile vardı. Bu sanatçılar hep yüksek müzikalite peşinden gittiler fakat unutmamalı ki edebiyat malzemesi dil olan yegâne sanat ve müzikalite de bir yere kadar...

Halk edebiyatı ve divan edebiyatı ayrımında en önemli göstergelerden biri yabancı dillerden alınan gramer kurallarıdır. Divan edebiyatı, halk edebiyatına nazaran çok daha fazla yabancı gramer kuralı içerir. Fakat halk şiirinde de istisnai de olsa yabancı gramer etkisi görülür. Örneğin yakın zamanda kaybettiğimiz ozanımız Âşık Mahzuni de eserlerinde Farsça tamlamalar kullanabiliyordu.

Aynı zamanda, divan şairlerinin de zaman zaman halk diline yakın eserler koyduklarını görürüz. Aruz veznini bir kenara koyarsak, divan şairleri de üslup bakımından halk diline yakın, içten, lirik eserler ortaya koydular. Fuzuli, Nedim gibi birçok sanatçı diğerlerine nazaran sade ve içten eserler oluşturdular.

Söz gelimi Fuzuli'nin “Beni Candan Usandırdı” gazeli âşık edebiyatına oldukça yakın. Bu gazelde kullanılan “musammat” biçimindeki iç kafiye, şiiri koşmaya yaklaştırıyor. Gazelin musammat yapılması için bu şiirdeki mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün kalıbı gibi ortadan ikiye bölmeye uygun bir kalıp kullanılması gerekiyor.

Beni candan usandırdı cefadan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım mumu yanmaz mı

Kamu bimarına canan devayı dert eder ihsan
Niçin kılmaz bana derman beni bimar sanmaz mı

Şebi hicran yanar canım döker kan çeşmi giryânım
Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı

Güli ruhsârına karşı gözümden kanlı akar su
Habibim faslı güldür bu akarsular bulanmaz mı

Gâmım pinhan tutardım ben dediler yâre kıl rûşen
Desem ol bivefa bilmem inanır mı inanmaz mı

Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Beni tan eyleyen gafil seni görgeç utanmaz mı

Fuzuli rindi şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

Bütün beyitlerde istifham (soru sorma) sanatı uygulayan Fuzuli, içinde mum geçen ilk beyitte yazılışı yanan muma benzeyen ah kelimesini kullanarak şiire "lambada titreyen alev üşüyor" misali çok çarpıcı bir söyleyiş kazandırıyor. Bu beyitte Şamanist döneme telmih (hatırlatma) sanatı ile dilek mumu ya da murat mumundan bahsediliyor. Çünkü dilek mumunun bir tek Şamanist dönemde (Kam döneminde) yakıldığı açıktır.

Şiirde bimar, dert, deva ve derman kelimelerinin tenasüp (uygunluk) sanatı ile bir tek beyte sığdırıldığını görüyoruz. "Kara bahtım uyanmaz mı" söyleyişinde bilip de bilmezden gelme, eski söyleyişle tecahülü arif sanatı var. Kısacası sanatçı burada kara bahtının uyanmayacağını biliyor aslında.

Yine bir başka beyitte canının yanmasını gözlerinden yaş yerine kan dökülmesini de açık istiare sanatıyla mumun eriyip bitmesine benzetiyor. Aynı beyitte yer alan gül yanak ile kan arasındaki renk benzerliği tenasüp (eşitleme) sanatı oluşturuyor. Bu beytin birinci dizesinde söylenenler, ikinci dizesinde sırasıyla leffüneşr sanatıyla açıklanıyor. Burada ayrıca "su akar" anlamındaki "akar su" ile "ırmak" anlamındaki "akarsu" arasında cinas yapılmış.

Bir diğer beyitte "benim sana meylim yoktu, sen benim aklımı sefil ettin" derken Yusuf ile Züleyha kıssasına telmih (hatırlatma) sanatı var. Kıssaya göre Züleyha, kendisini kınayan kadınları davet edip her birinin eline meyve ve bıçak verir ve onlara Yusuf'u gösterir. Kadınlar Yusuf'un güzelliğinden dolayı ellerini kesince hepsi Züleyha'dan özür diler. Fuzuli de burada benzer şekilde "beni kınayan gafil seni görünce utanmaz mı?" diye soruyor.

Fuzuli'nin başka bir gazelinde geçen bir beyit ile bitirelim. Bu gazelde Fuzuli,

Ne yanar kimse bana âteşi dilden özge
Ne açar kimse kapım bâdı sabâdan gayrı

der. İnanın, o gün bugündür yalnızlık hissini hiçbir sanatçı bu kadar lirik bir şekilde tarif edemedi. Kanaatimce Tolstoy'un yaklaşık 1000 sayfalık romanındaki Anna Karenina'nın yalnızlığını ve kederini tasviri bile bu beyit karşısında sönük kalır.

YABANCI KELİMELER:
Şebi hicran: Ayrılık gecesi
Çeşmi giryan: Ağlayan göz
Güli ruhsar: Yanağın gülü
Faslı gül: Gül mevsimi
Rindi şeyda: Çılgın rind
Ateşi dil: Gönül ateşi
Badı saba: Sabah rüzgarı


Fuzulî’nin Başlıca Eserleri için tıklayınız.



İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder